38,9196$% 0.13
44,0711€% -0.05
52,4424£% 0.42
4.120,37%-0,53
6.763,00%-0,86
26.967,00%-0,87
Merhabalar sevgili okuyucularım.
Farkettim ki bugüne kadar hep toplumdaki kadının yerinden, kadın haklarından ve onların mağduriyetleriyle ilgili ne kadar çok yazı yazmışım..
Bu yazımda birazda erkeklerin toplumdaki yerinden bahsetmek istiyorum.
Aslında Kadın haklarından yada erkek haklarından ziyade insan haklarına bakmamız gerektiğini düşünüyorum.
İnsan olarak özgür müyüz? İnsanlığımızı olduğu gibi yaşayabiliyor muyuz?
Ve kadınlar, “Özellikle biz yaşayamıyoruz” diyeceklerdir..
Oysa erkekler de yaşayamıyorlar, her ne kadar aksi gibi görünse de..
Bir erkeğin, eril kişinin, yaşadığımız coğrafyada yaşadıklarına bakarsak…
Sünneti, askerliği, kendi adını yüksek sesle söyleyebildiği anda aldığı hayat sorumluluğu, kişinin bireysel özelliklerinden bağımsız olarak omuzlarına yükleniveriyor. Bir erkeğin, bedenine dinsel inançlar sebebiyle onun rızası olmadan, ileride seçebileceği inancın ne olduğu bilinmeden müdahalede bulunuluyor.
Sebebi ne olursa olsun…
Tabii ki inançları tartışmıyorum, burada bedene yapılan müdahalenin insan psikolojisine etkisinden bahsediyorum.
Aynı şeyi kız çocukları için düşünelim. Neredeyse her kız çocuğu bu ülkede hafif ya da ağır tacize uğramış durumda. Bu tacizlerden en hafifi, büyük birinin çocuğun rızası olmadan onun cinsel bölgesine “yakın” herhangi bir noktasına dokunması olabilir ve bu yanlışlıkla veya iyi niyetli bir sevgi gösterisi olabilir (çocukların popolarına vurmak gibi..)
Bu konu, o kız çocuğunun büyüdüğünde, cinselliğe bakış açısını, kendisine bakış açısını çok derinden etkilemektedir.
Sorum şu, peki erkek çocukları ne hissediyordur?
O yaşta bir çocuğun, dini bir gereklilik açıklamasını enerji bedeni algılayabiliyor mudur?
Ve aynı erkek çocuğu, hormonal olarak hayatının en yüksek noktasında askere gidiyor, birçok erkekle birlikte ve bu da bir mecburiyet, hatta bazı durumlarda ölüm kalım meselesi..
Peki erkek, diğer tüm insanlar gibi ölümden, korkmuyor mu?
Ve yine bir erkeğin, aile kurmak istediğinde işini gücünü çoktan yoluna koymuş bir şekilde kendisi dışında kişileri de besleyebilecek bir duruma gelmiş olması bekleniyor.
Peki bir erkeğin, ben bir-iki sene çalışmak istemiyorum deme lüksü var mı eşine? Yada çalışmaktan yoruldum deme lüksü?
Herhangi bir depresyona girip kendi duygularını darmadağın yaşama şansı?
Gelmek istediğim nokta şu:
Erkeğin sorgulamadığımız doğası aslında defalarca tacize uğruyor ve hayat mücadelesi boyunca devam da ediyor.
Bu eril kişi ne kadar sağlıklı olabilir? Ne kadar özgür olabilir?
Yaşadığı özgürlük, onun “belirlenmiş kurallar” içerisinde kendini göstermesinden ibarettir.
Aynı şekilde, kadın da doğduğu andan itibaren “değersizlik” ve “zayıflık” kalıpları içinde yoğruluyor. Sonrasında da cinsel bır obje olarak,elinden özgürlüğü alınmış bır şekılde erkeğe “hediye” olarak sunuluyor.
Aslında oyun basit, ne güçlü dediğimizin gerçek bir gücü ve iradesi var, ne de zayıf dediğimizin kimliği…
Neticede insanın insan olmasına izin vermeyen bir sistemin içindeyiz. Yok birbirimizden farkımız. Kadınlar kadar erkekler de mağdur durumda..
Ama çizilen tablo, erkeğin fail, kadının kurban olduğuna dair.
Buraya hepimizin tekrar bakması gerekiyor bence. İlk kurbanımız erkekler. Kalıbın dışına çıkmasına asla izin verilmemiş olanlar.
Ve cinsel organlarından bağımsız olarak, insana odaklanmak en başta yapmamız gereken..
Artık hepimiz biliyoruz, bedenlerimizin cinsiyeti ne olursa olsun her iki enerjiyi de içimizde taşıyoruz. Ve bizler, önce içimizdeki erile nasıl anlamlar ve görevler yükledik, içimizdeki dişili nasıl yargıladık, bunları araştırmalıyız.
Ancak içimizdeki erili ve dişili özgürleştirdiğimizde, benliğimizi buluruz.
Bazen hiçbir şey göründüğü gibi değildir ve daha yakından bakmak gerekir.
Gerçekte kötü olan erkekler, kurban olan kadınlar mı? Yoksa kurban olan tüm insanlık mı?