DOLAR

34,3869$% 0.47

EURO

36,8522% -0.6

STERLİN

44,4374£% -0.14

GRAM ALTIN

2.968,04%-0,25

ÇEYREK ALTIN

4.977,00%-0,14

TAM ALTIN

19.904,00%-0,14

İmsak Vakti a 02:00
Hatay KAPALI 12°
  • Adana
  • Adıyaman
  • Afyonkarahisar
  • Ağrı
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Çorum
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Gümüşhane
  • Hakkâri
  • Hatay
  • Isparta
  • Mersin
  • istanbul
  • izmir
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kırklareli
  • Kırşehir
  • Kocaeli
  • Konya
  • Kütahya
  • Malatya
  • Manisa
  • Kahramanmaraş
  • Mardin
  • Muğla
  • Muş
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Şanlıurfa
  • Uşak
  • Van
  • Yozgat
  • Zonguldak
  • Aksaray
  • Bayburt
  • Karaman
  • Kırıkkale
  • Batman
  • Şırnak
  • Bartın
  • Ardahan
  • Iğdır
  • Yalova
  • Karabük
  • Kilis
  • Osmaniye
  • Düzce
a

GÜVERCİN

Avuçlarımızın içinde sımsıkı tuttuğumuz, gitmesini hiç istemediğimiz halde kafasından öpüp bıraktığımız yavru güvercinlere de selam olsun!

Yüzyılın felaketi sayılan deprem, sadece on bir ilimizin yaşayanlarını değil, dolaylı da olsa maddi veya manevi olarak, ülkemizin bütün vatandaşlarını etkiledi.
Yaklaşık on dört ay önce bu depremle beraber yok olan Antakya’mızın, elli yıl önceki haline çokça benzettiğim ve Afrika Kıtası’nın en kadim ülkesi sayılan Mısır’ın başkenti Kahire’yi, geçtiğimiz şubat ayının sonunda, hatırı sayılır bir süre içerisinde, turistik amaçlı ziyaret ettim.
Bu iki kadim şehir arasında gördüğüm ve oldukça basit olan bu benzerlikleri sizlerle paylaşmak istedim.
Ölülerini ayrı bir mezarlığa değil de kendi evlerine gömmeleri dışında, elli yıl öncesi için ciddi sayılabilecek farklılığımız yokmuş aslında.

Ta ki deprem, çokça insanımızı kendi evine gömene kadar!

Toprak sokaklarında koşturup top oynayan çocukları, köşe başında şeker kamışı satarken kaldırım kenarına oturmuş kadınları, evlerinin çatısına kurdukları kafeslerde güvercin besleyen erkekleri vardı Kahire’nin.
Çocukluğumuzun geçtiği mahallede bıçkın delikanlı abilerimiz de parlak tüylü, rengarenk ve lider olanının ayağına çıngırak bağladıkları güvercinler beslerlerdi.
“Uçarak, dolanır dolanır, gerçek sahibimin bir ıslığı veya sopanın ucuna bağlayıp salladığı renkli bir mendille evime geri dönerim” mesajını veren güvercinler.
Barışın simgesi sayılan fakat siyasilerin kanatlarını kırdığı, bakışı hep özel ve de güzel güvercinler!

Çocukken televizyonda izlediğimiz Mısır yapımı siyah-beyaz filmleri, lehçeleri farklı olduğu için çok anlamaz, anne veya babamıza tercüme ettirirdik. İşte o filmlerde yıllar yıllar önce gördüğümüz figürler aynen kalmış. Gerçek mekanlarda o sahneleri yeniden tasvir etmek güzeldi. Filmlerin kahramanları olan polis memuru, pazar yerindeki esnaf, balıkçı, garson, karşılığı olmayan emek için birer örnek olarak, oracıkta aynen duruyorlardı.
Alış-verişte bozuk para üstü yerine sakız veren bakkal amcalarımız vardı ya? Onlar da aynı şekilde lokum veya şeker veriyorlar.
Çalıştırılan çocuk sayısı da bizdeki o yıllar gibi fazlaydı. Köyde okul bulunmadığı, başka bir yerde de okutma imkanı olmadığı için bir zanaat öğrenmesi adına şehre gönderilen çocuklarımız geldi aklıma. Kimi köyün tek olan minibüsüyle sabah şehre gelir akşam döner, kimiyse şehirde bulunan bir yakınının yanında kalır hafta sonu köye giderdi.
Artık zanaatın bittiği, tüccarların arttığı bir dünyadayız ne yazık ki!

Eski kıyafetlerin veya atıl kumaş parçalarının ince şeritler halinde kesilip uç uca bağlandıktan sonra iplik niyetine dokuma tezgahlarında dokunarak yapılan ve her ilmeği farklı renkte olan kilimleri bilir misiniz? Hani bahçede oyun oynarken yere oturup üşütmeyelim diye annemizin altımıza serdiği, pikniğe giderken babamızın içi dolu ağır bez torbaları taşıdığı için elimize tutuşturduğu o rengarenk kilimler.
İşte onlar her yerdeydiler. Kaldığımız son yıldızlı otel odasının duvarında süs, beyaz kum kaplı adacıkları görmek için bindiğimiz yatın güvertesinde kaymayı engelleyen paspas, kahvehanede üzerine oturduğumuz minder, çölde çay içerken bağdaş kurduğumuz çadırın kumdan zemini üzerine serilmiş halı olarak vazife yapıyorlardı.

Hurgada ve Sharm El Sheikh şehirleri, çölde yaratılmış yapay birer cennet gibiydi. Mavinin her tonuna suyun berraklığı eklenince ikinci günden sonra kendinizi denizin altında yürüyor gibi hissediyorsunuz.
Rüzgarsa Samandağ’daki Kel Dağı’nın yamaçlarda esen melteminin içine karışan bahhur
-tütsü- kokusunu tutmazsa da yöreye özgü papirüs yapımında kullanılan lotus kokusunu veriyordu.
Dahab -altın- Bölgesi’nden
Ras -baş- Muhhamed’e giderken, Sina Yarımada’sının tam güneyinde, Kızıldeniz’in tam ortasında olmak, büyük coğrafya atlasını açıp incelediğimizde yaşadığımız o çocuksu heyecanları hatırlattı. Kurşun kalemimizin ucunu kalemtraşla iyice incelttikten sonra atlasın üzerinde çembere alarak işaretlediğimiz yer olmaktan çıkmış, gerçekliğin tam ortasında olmak şükran sebebimdi.
Antakya yıkıldıktan sonra göz yaşları içinde arkasından mendil salladığımız çocukluğumuza bir nevi selam çaktım!

Soğuk savaş döneminde Mısır’ın ulusal simgesi olmuş, sanatın birleştirici gücü sayesinde popülerleşmiş, “Doğu’nun Yıldızı” veya “Dördüncü Piramit” olarak tanımlanmış ses sanatçısı Ümmü Gülsüm’ün izini çok sürdüm. Sadece antikacının birinin duvara astığı resmine denk gelebildim. Kapitalizmin dünya çapında yarattığı geçim kaygısından olsa gerek batı müziğine yönelmiş olan otantik mekanlar arabeskin dibiydi. 1980 yılının faşist darbesinden sonra biz de güzel Antakya’mız da ana dilimizle şarkılar söyleyemez, dinleyemez olmuştuk bir zamanlar!

Hz. Musa’nın kendisine inanan halkını Firavun’un zulmünden kaçırırken, Sina Çölü’n de bulunan Tur Dağı’n da Tanrı ile konuştuğu ve “On Emir”‘in kendisine burada vahiy edildiği bilinir. Tur Dağı, Asya ile Afrika Kıta’larını birbirinden ayırır ama müminleriyle beraber üç ayda geldikleri noktada Süveyş Kanalı sayesinde kıtalar birbirlerine yeniden bağlanır.
Ayn Musa -Musa’nın Gözü- denilen bu nokta, Hz. Musa’nın Samandağ sahilinde Hz. Hızır’la buluştuktan sonra dağlara çıkıp asasını su bulmak için toprağa saplamasıyla yeşeren ve şimdiki Hıdırbey Köyünde bulunan çınar ağacını hatırlattı.
Sadece isimleri farklı olan zalimler tarih boyunca vardı. Yazık ki zalimlerin o zulmü şimdi olduğu gibi ilerde de hep olacak!
İnsan ve doğa sevgisiyle dolu olan bizler, akıl ve bilimin öğretisi, yaradanın maneviyatıyla beslenmeye devam etmeliyiz.
Yaşasın tüm halkların kardeşliği!

Eyyy ülkemizin kendi kendini Avrupalı tayin edip duble yol yapmayı başarı sayan yöneticileri!
Duble yol Afrika’da da var. Üstelik aydınlatması güneş enerjisi ile yapılmış duble yollar.

Teknoloji herkesin hizmetinde! Okuyup anlayabilene tabii ki!
Uzaya turistik geziyle pilot göndermek teknoloji değildir!
Hele hele sayısı tam olarak bilinmeyen milyonlarca vatandaşınız evsiz kalmışken!
Biz buna halk dilinde “Ayranı yok içmeye, tahta revanla gider …….” diyoruz.
Siz de bunu çok iyi bilirsiniz!
Her daim yanınızda taşıdığınız şakşakçılarınız hariç, halktan o kadar uzaklaştınız ki!

Velhasıl, bir koku, damağa yapışan bir tat, sarı renginin herhangi bir tonu Mısır’da dolanırken Antakya’daki hatıralarımı uslu bırakmadı. Beraberce, birbirimize fazlaca dem vurmadan dolandık durduk işte!
İki damla da olsa, ayrılık hediyesi olarak gözyaşı döktüğüm de doğrudur.

Antakya’nın bizden ayrılış hikayesi çok sarsıcı oldu ama içimizden asla gitmeyecek. O güzel çehresi hatıralarımızda hep yaşayacak.
Eskisi gibi olabilmesi içinse elimizde kalan tek kale ne yazık ki sabır!
Avuçlarımızın içinde sımsıkı tuttuğumuz, gitmesini hiç istemediğimiz halde kafasından öpüp bıraktığımız yavru güvercinlere de selam olsun!

Bu yazı yorumlara kapatılmıştır.

HIZLI YORUM YAP

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız.