34,8246$% 0.11
36,8199€% 0.08
44,4565£% 0.22
2.965,56%0,79
4.923,00%0,87
19.692,00%0,87
Büyük dedelerimden kalma, “iyi insan olma” payesi biçilmiş bize. Bu payenin vecibelerini, kendimce, imkanlarım el verdiğince, yüreğimden gelerek yapmaya çalışıyorum. Tevazu göstermediğim tek konu da budur.
Biz iyi insanlar, sevinçlerimizin yanında hep bir hüzün taşırız. Yazık ki şu aralar hüznümüz ağır bastığı için hayata dair bir şeyleri yaşarken, sevinçlerimiz eksik kalıyor. Yaşadıklarımız, eskisi gibi mutlu etmiyor ve ruhumuza iyi gelen, derinlik katan ne varsa yüzeysel kalıyor.
Bazen müziği duymuyor, izlediğimiz filmlerde katilin kim olduğunu düşünmüyor, kitap okurken olayların geçtiyi platformu kendince kuran zihin, hayal gücünü kullanmak istemiyor.
Yas süresi sayılan kırk günün dördüncüsü bitmek üzereyken, yeni yeni, ufaktan ufağa bazı kabullenmeler başladı.
Mesela geçen gün veranda da otururken, bilinmeyen bir numara aradı annemi. Depremde, ailesiyle uzun süre enkaz altında kalan arkadaşıydı arayan. Vaktinde ona ulaşmak için her yolu denemiş ama ulaşamamıştı. Telefonu cevaplayınca, hüzünle karışık, mutluluk doldu yüzüne. Arayanı, ismiyle, rehberine kaydetmemi istedi sonra.
Daha sonra mı?
Daha sonra, rehberinde olup artık hayatında olmayan, kasabını, fırınını, köşedeki markette çalışan çırağı, halı yıkamacısını, köydeki sütçüsünü silmemi istedi.
Sabah yürüyüşünü yaptığı, sonrasında kahve içtiyi ve bilinmeyene göçüp giden arkadaşlarınıysa ağlayarak sildirtti. İki dostunu, hıçkırarak!
Hayatı yaşamaya, sevdiğimiz yerden devam etmeye çalışıyoruz.
Fakat, ıslak kumlara yazılmış hikayeler gibi oldu sevinçlerimiz.
En küçük bir dalgayla siliniveriyor.
Önce korona, sonra deprem!
Ki korona iyi gelmişti bazılarına. Çocuklarıyla bolca vakit geçirenler, kitap okuyup, film izleyenler, daha önceleri mutfağa hiç girmeyip artık çıkmayanlar artmıştı.
Depremse gönlümüzün kıyısına deli bir dalga gibi vurdu!
Basitçe ve de yüzeysel olarak Hatay’ımızın genel seçim sonuçlarını, “Sizin memleket ne yaptı öyle. Beklemezdik” diyerek, eleştirenlere seslenmek istiyorum.
O oylar, 1980 yılının, faşist, askeri darbesinden hemen sonra Afganistan’dan şehre getirilmiş olanların üredikçe üremeleri, yakın tarihte de Suriye’den gelenlerin bu üremeye katkıları sebep olmuştur.
Doğup büyüdüğümüz şehre uzun zaman önce zaten yabancılaştırılmıştık.
Her gittiğimizde çocukluğumuzun bahçesinde oynayabiliyor olmaktı bizi oraya çeken.
Bizler, kara çarşafı, peçeyi, takkeyi sadece Atatürk’ün yaptığı devrimler konusunda geçen, “Kılık Kıyafet” başlığının anlatıldığı sayfalarda, resim olarak görmüştük.
Halen aynı ideolojide yürüyen, fikri hür insanlar olarak, Barış Atay‘ın adaylıktan çekilmek gibi nazik hareketiyle seçilen ve çağımızın ezilenlerinin savunucularından biri olan, meclisteki varlığından korktukları için de halen Silivri’de tutulan, Avukat Can Atalay‘ı zaten seçtik.
Bayrağımızın renklerini taşıyan ve üzerinde Atatürk‘ün ilkelerini sembolize eden altı okun olduğu partinin, ceket giydirip kravat taktıktan sonra kimi koyarsa koysun zaten seçilecek olan adaylarını da seçtik.
Diğerleri demografik yapının ürünüdür. Atatürk için şahsi meseleye dönüşmüş toprakların evlatları olarak haksız eleştirilere hayıflanıyor insan!
Sevgiden, hoşgörüden yoksun zırtabozların kol gezmesine hayıflanıyor insan!
Yürekle vicdanın bir arada işlememesine hayıflanıyor insan! Siyasiler müsade ederse, sivil toplum örgütlerinin çabasıyla, kişilerin şahsi çalışmaları ve de zamanla, elif harfi gibi dik, vav harfi gibi başı, hafiften öne eğik bir mütevazilikle, Antakyamızın yeniden kurulacağını ümit ediyorum.
Depremden sonra sevdiklerime hediye ettiğim çorabın kıymetini, insan biriktirmenin değerini daha çok anladım. Antakya’ya gidip de sevdiklerimin her birinin bir yerlere savrulmuş olduğunu görmek çok acıttı.
Yaşadığım şehirde dostlar,
eski-yeni bazı komşular, arkadaşlar, kan bağım hiç olmayan tanıdıklar, iyileştirici oldular.
Hem de en güçlü ilaç misali!
İnsanoğluna dair yaşanacak olumsuz her ne varsa, hepsinin ortak paydamız olduğunu unutmayalım.
Zaman gibi telafisi olmayan değeri de hakkedene verelim. Boşa harcamayalım!
Hayıflanmamak adına da tanıdığımız gibi kalanlar çok olsun!
Var olsun!
Annemin, yeni evindeki Egeli komşusunun dediği gibi: “Ne verirsen elinle gider seninle!” diyor ve son olarak, anadilimiz Arapçadan gelen bir deyimin özünü, Türkçe sözcüklerle anlatmak istiyorum.
Bir insanın soyu-sopu, doğuştan gelen varlığıyla değil, hayatın içinde yaptığı güzellik ve icraatla belli olurmuş. Bakınız diyor; gül çiçeği dikenli fideden, mis kokulu nergis de soğandan gelmedir! Unutmayın!
Haa bu arada, annemin yeni evi, ufaktan ufağa defne sabunu kokmaya başlamış!