34,1790$% -0.07
37,8627€% 0.07
45,0099£% -0.88
2.907,70%-0,53
4.971,00%-0,81
19.822,00%-0,80
Sen gidince neler oldu biliyor musun güzel Antakyam?
Kalbimizin ucu, yandı, tutuştu!
Sen gidince neler oldu biliyor musun güzel Antakyam?
Hiç benzemezse de her yer, sana benzer oldu.
Bu benzetmeler, özlemekten mi kızgınlıktan mı?
Onu da anlayamadım işte.
Korkuteli’nde dağı tırmanırken mesela, Antakya-Samandağ arası yolun, meskun alanlar artmadan önceki hali diyorum.
Milas-Ören’den, Akyaka’ya doğru ilerlerken, Belen Geçidi geliyor aklıma.
Virajları döndükçe göz kırpan Amik Ova’sı yerine, yerli halkın kendince, dünyanın cenneti olarak nitelendirdikleri, Gökova Körfezi, çam ağaçlarının ardından göz kırpıyor bize.
Ha bu arada bilesin, sana olan duygularımı anlatan son yazım olacak bu yazı.
Bilirsin, büyüdükçe, zihnimizin oyunlarıyla, çocukluğumuzun geçtiği mekanlara,
korkulara-kokulara, heyecanlara daha çok dönmeye başlar insan.
1964 yılında Kıbrıs’ta, Rumlara karşı uyarı uçuşu yaparken esir düşen, sonrasında şehit edilen, Cumhuriyet dönemimizin ilk pilotlarından Cengiz Topel’in adını alan ilkokulumuzun paralelindeki İcadiye Sokak‘da sarı sıcak bir havada bisiklete biniyorum bazen.
Pedalları öne doğru hızla çeviriyor dönen zincirin cızırtısıyla bir anda her iki pedalı eşit seviyeye getiriyor, ayak parmaklarımın ucuyla tutup sabitliyorum. Aynı sırada direksiyonu elimden bırakma cesaretini göstererek, kollarımı iki yana açıyor, derin bir nefes aldıktan sonra Erkin Koray‘ın 1975 yapımı şarkısı “Estarabim” i söylüyorum bazen.
Saklambaç oynarken de arkadaşlarımı sobelemek istemiyor, bu vesileyle bir dahaki sefere aynı oyunu oynamak adına o anda hepsini tavlamış oluyorum bazen.
Çok susadığımdaysa eve gidip içersem, annemin bir daha sokağa dönmeme izin vermeme ihtimaline karşı, ataerkil bir toplum olmamızdan kaynaklı olsa gerek, babamızın kız kardeşi anlamına gelen hala dediğimiz, komşu teyzelerden, Vecihe Hala’dan, yeni kalaylı o en sevdiyim bakır tasla su içiyorum bazen.
Sevenlerimizden bir şeyler istediğimizde yerine getirebilirlerse ağızlarının kenarında bir tebessüm oluşurdu ya?
İşte o isteğimizi yerine getiremediklerinde kursaklarında oluşan düğümü çözmek istiyorum bazen.
Hoşgörünün başkentisin diyorlar ya sana?
Sadece doğru insanların olduğu hikayelerle büyümemizi sağladığın için yanlış insanları, ne dersen de hoş göremiyoruz!
Vicdanımız ve kalbimizle, güce meyletmeden yaşamamızı öğütlerdin hep!
Ben şimdi ne diyeyim sana?
Hatırlar mısın?
Geçtiğimiz ocak ayında, kalabalık, çeşidi bol, anne eli değmiş çok olağan bir akşam yemeği sonrası, bulaşık makinasına koymak istemediğimiz, anne çeyizinden kalma, elli sekiz yıllık narin kadehleri elimde yıkarken, içtiğimiz üzüm suyunun etkisi ve Amerika’da yaşayan kuzenin anlattıklarına, aşırı özlemin verdiyi coşku ve atılan kahkahanın desibeli karışınca, avucumun içinde kırılıverdi. Ufacık bir yaraydı ama bolca kanamıştı. Alkollü pamuk hiç işe yaramadı. Sigara içen tek kuzen, tütün basmıştı yarama.
Biz bu sevgi sahnesini tekrar tekrar yaşar, gerekirse yaramıza, yakamoz da basarız!
Ama sen bizi kaybettin.
Haa bu arada bizim kahkahanın lezzeti aynı olur mu?
Onu bilemem.
Peki, senin yaşadıkların kader mi?
Onu da bilemedim.
Kara yazı dersen, o da yazılmazmış. Coğrafyadan haberdar olup bilimin ışığında olmamaksa kader değil, kendi kendine etmektir.
Oysa ki ne demişti büyüklerimiz?
“Hızel ilm minel mehd-ilel lehd”
Yani, doğumdan-ölüme kadar ilim!
Tek taraflı bir aşk gibi terkettin bizi!
Pişman olup döner misin bilmem?
Dönersen de biz, o eski biz değiliz artık!
Aşk, her şeyi affeder mi?
Aşk, her şeyin üstesinden gelir mi?
Bakacağız.
Küsüz sana!
Sevmek, dokunmaktır unutma!
Sana dokunacağımız duvar, platonik aşkımızı uzaktan görebileceğimiz balkon, sıcak havalarda uyuyacağımız bir ev damı bırakmadın ki!
Kalbimizin ucunu yakıp gittin!